Provocation to hostility, discrimination, and violence
15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye, dünya siyasi tarihinde daha önce örneği yaşanmamış farklı bir darbe girişimi ile karşılaştı. Hem darbe girişimi süreci hem de darbeye karşı duran halkın direnişi, üzerinde yıllarca konuşulacak, tartışılacak ve yazılacak bir tablo ortaya çıkardı. Bu süreci aydınlatmak için, insan hakları ihlallerinin de iyi ve kapsamlı bir şekilde tanımlanması gerekiyor. İşte bu sebeple, darbe girişimi sonrası insan hakları örgütlerinin yayınlayacağı raporları gazetecilik refleksiyle, merakla beklemeye başladık. Çünkü o gece, dünyanın en merkezi konumunda yer alan ve köklü bir demokratik geleneğe sahip olan Türkiye'de siviller, darbe yanlısı askerler tarafından vurulmuş, tankların altında ezilmiş ve helikopterlerden üzerlerine mermiler yağdırılmıştı. Hiç kuşkusuz bunları yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkelerine bağlı, ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamakla yükümlü ve demokrasinin bekçisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin mensupları olamazdı. Bu vahşice girişim, hükümetin açıklamalarında sıklıkla vurguladığı gibi “asker elbisesi içine saklanmış hainler" tarafından gerçekleştirildi ve bu vahşet çok acı kayıplarla sonuçlandı. İnsan hakları örgütleri işte tam da bu noktada, yaşanan mağduriyeti ve sivil halkın canını ortaya koyarak verdiği mücadeleyi, doğru ve güvenilir bir şekilde dünyaya sunma görevini üstlenir. Türkiye kamuoyu da doğal olarak insan hakları örgütlerinden, darbenin kabul edilemez olduğu, seksen milyon insanın en temel haklarının darbeciler tarafından ihlal edildiğine dair raporlar bekliyordu. Ancak Türkiye'de yaşanan darbe girişimiyle ilgili böyle bir süreç yaşanmadı. Aksine, masum insanların mağduriyetini dile getirmek yerine, 'suçluların haklarını savunmak'tan öteye geçemeyen “insan hakları" değerlendirmeleri ile karşılaştık.Dünyanın önde gelen insan hakları örgütlerinden Londra merkezli Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International), darbe girişiminden sonraki ilk değerlendirmesini, kendi internet sitesinde 18 Temmuz'da yayımladı. “Türkiye: Darbe sonrası sıkı önlemlerle insan hakları ciddi bir tehlike içinde" başlığıyla yayımlanan değerlendirme, anlaşılmaz bir acelecilikle hazırlanmıştı. Değerlendirme okunduğunda, darbe sonrası tutuklamalardan idam kararı tartışmalarına kadar her şeyin ele alındığı görülüyor. Ancak en önemli nokta unutulmuştu: Darbe girişiminde hayatını kaybeden siviller ve onların yaşadığı hak ihlalleri. Onlardan sadece bir cümle ile bahsedilmiş, ancak o cümlenin sonuna da hemen şu ifade iliştirilmişti: “Öldürülenler içinde, silahsız bir şekilde teslim olmaya çalışırken linç edilen, yetkililer tarafından 'darbe planlayıcılar' olarak tanımlanan 24 kişi de bulunuyor".“Darbe planlayıcılar" kelimelerini tırnak içinde kullanmaları, zaten bu ifadeyi pek de ciddiye almadıklarını ya da şaibeli bulduklarını gösteriyor. Öldürülenlerin içinde iki de kadının olduğu, 15 yaşında bir gencin de katledildiği ya da masum protestolar düzenleyen silahsız insanların Boğaziçi köprüsünde nasıl kurşuna dizildiği değil, 24 “darbecinin" nasıl linç edildiği anlatılıyor.Af Örgütü ilk değerlendirmesinin ardından 20 ve 21 Temmuz'da sitesinde iki yazı daha yayımladı. Bunlardan biri “Olağanüstü hal insan haklarını zayıflatmamalı", diğeri ise “İşkence iddialarına karşı bağımsız gözlemcilerin tutuklulara erişimi sağlanmalı" başlığını taşıyordu. Yine anlamsız bir acelecilikle hazırlanmış olan, bağımsız gözlemcilere dayandığı iddia edilen değerlendirmede, Türkiye'de gözaltındakilere işkence edildiğine dair, Af Örgütü'nün “güvenilir kanıtlar" bulduğu belirtiliyor. Tutukluların avukatları, doktorları ve bir gardiyanla konuştuğunu belirten Af Örgütü, oldukça detaylı bir şekilde, Türkiye'de tutukluların gördüğü muameleyi kendince ortaya koymaya çalışıyor. Değerlendirmede şu ifade yer alıyor: “Ülke çapında genişçe yayınlanan kan dondurucu işkence fotoğrafları ve videolarına rağmen, hükümet çarpıcı bir şekilde, bu istismara sessiz kalmıştır. Bu durumlarda kötü muamele ve işkenceyi kınamamak, onu hoş görmekle eş anlama gelmektedir''.Af Örgütü'nün darbe girişimcilerinin masum, barışçıl sivil halkı nasıl katlettiğine sessiz kalması bir kenara, bu kadar kısa sürede tutukluların işkence gördüğüne dair “güvenilir" bir rapor hazırlamaya çalışması, asıl sorgulanması gereken durum. Ancak Af Örgütü'nün amacının dışına çıkarak darbede hakları ihlal edilen sivilleri savunmak yerine, darbecilerin durumunu sorgulaması, Türk halkı ve hükümetini darbecilere işkence yapmakla suçlaması, asla kabul edilemez bir durum. Bu değerlendirmeler bizler için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü kuruluş amaçlarına ve değerlerine aykırı yayıncılık yapan Af Örgütü, öncelikle şu sorulara cevap vermek zorunda: Hayatını kaybetmiş masum insanların hakları, yaşayan suçlularınkinden daha mı değersiz? Katledilmiş kadın ve gençlerin ellerinden alınan yıllar, gerçekleştirilememiş hayaller, geride kalan ailelerin yaşadığı acı ve mağduriyet, onlar açısından hiçbir önem ifade etmiyor mu?