Provocation to hostility, discrimination, and violence
Batı’da Erdoğanfobinin oluşmasında pek çok sebep etkili olsa da, 17-25 Aralık’tan itibaren ve özellikle 15 Temmuz’dan sonra, bu süreçte FETÖ mensuplarının son derece önemli rollerinin olduğu aşikâr. Zira FETÖ, artık Türkiye karşıtı bütün söylem ve eylemlerini “diktatör” ve “sultan” nitelemesiyle tamamen Erdoğan üzerinden yürütüyor. Bunun en önemli nedeni olarak, bütün karşı koymalara rağmen, Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin köklerindeki tarihi referanslarına geri dönmesi, durdurulamaması, yıldızının sürekli parlaması, kendisine giydirilmeye çalışılan deli gömleğini giymeyi reddetmesi, “reaksiyoner” değil, “aksiyoner”, “pro-aktif” politikalar izlemesi, daha önceki dönemlerde olduğu gibi Batılı karar vericilerin ajandasına göre değil kendi ajandasına göre hareket etmesi, Orta Doğu siyaseti başta olma üzere dünya siyasetinde “ben de varım” demesi, BM’deki konuşmasında Erdoğan’ın 193 ülkenin devlet veya hükümet başkanlarının huzurunda “Dünya beşten büyüktür” diyerek BM’nin adaletsiz yapısına vurgu yapması, savunma sanayiini hızla güçlendirmesi, “Fırat Kalkanı” ile Suriye’de “oyun bozucu ve kurucu” olarak sahaya girmesi, bir yandan FETÖ, PKK, PYD gibi terör örgütlerinin bütün saldırılarını püskürtürken diğer yandan da hızla büyük projelerini hayat geçirmesi, Moody’s gibi uluslararası finansal aygıtlar kanalıyla yürütülen ekonomiye yönelik manipülasyonlara aldırmadan yoluna devam etmesi, İslam dünyası başta olmak üzere pek çok ülkede etkin insani yardım faaliyeti yürütmesi, YTB, TİKA, Yunus Emre Enstitüsü ve yeni kurulan Maarif Vakfı gibi yurtdışına dönük “softpower” kabilinden faaliyet yürütecek kurumları hızla faaliyete geçirerek Batı Avrupa ülkeleri başta olmak üzere yurtdışındaki Türkleri etkin lobicilik anlamında mobilize edecek adımlar atması gibi pek çok sebep sayabiliriz. Ancak belki de hepsinden önemlisi, uzun yıllar Türkiye ve İslâm dünyası için oryantalizm tarafından devşirilip devreye sokulan FETÖ’nün 15 Temmuz’dan sonra büyük oranda deşifre edilerek Batı ülkelerinin yüzüne ayna tutulması olsa gerek. Özellikle 15 Temmuz sonrasında FETÖ, Batı ülkeleri başta olmak üzere bütün dünyada Türkofobinin/Erdoğanfobinin en önemli aygıtı/enstrümanı halini aldı. Bunun en son ve somut örneği, FETÖ’nün Avrupa yapılanmasındaki en önemli üslerinden biri olan Hollanda Meclisi’nde (Tweede Kamer) geçtiğimiz günlerde kabul edilen, Diyanet imamlarının Hollanda’da finanse edilmesinin entegrasyona engel teşkil ettiğine, Hollanda’nın içişlerine karışmak anlamına geldiğine ve dolayısıyla engellenmesi gerektiğine dair, Hıristiyan Demokrat Parti (CDA) tarafından verilip çoğunlukla kabul edilen önergedir. Ancak buradaki en önemli etkenlerden biri, FETÖ mensuplarının “Diyanet imamları Türkiye ve Erdoğan’ın ajanlarıdır” şeklindeki propagandaları ve suçlamalarıdır. Bu değirmene su taşıyanların en ön saflarında ise 15 Temmuz sonrasında “Erdoğansız bir dünya görecektim; 15 Temmuz’un başarısız olmasına üzüldüm” diyen, Hollanda’daki ırkçı parti (PVV) lideri Geert Wilders, Hıristiyan partiler ve FETÖ elemanları geliyor. Ne var ki, 17-25 Aralık ve son olarak da 15 Temmuz sonrasında FETÖ mensuplarının manipülasyonlarıyla yükselen “Erdoğan korkusu”, somut olarak Diyanet camilerine/imamlarına ve Türkiye karşıtı faaliyetlere karşı sesini yükselten diğer Türk kurumlarına yönelik baskılar şeklinde tezahür ediyor. Bütün bunlar, Batıda bir yandan FETÖ ile etkin mücadele edilirken diğer yandan var olan fobiyi azaltmaya (mümkünse gidermeye) ve bu fobi sonucunda oluşmuş Türkiye ve Erdoğan karşıtı olumsuz imajı restore etmeye yönelik nitelikli stratejik adımları gerekli kılıyor